KÜLTÜR İKLİMLERİ, SANAT ve SANATÇI’ya DAİR…
Ulusal değerler üzerine oturtulmamış hiçbir kültür ürününün
evrensel boyuta ulaşması mümkün değildir. Çünkü kültür anlam olarak aynı zamanda
bir coğrafyayı, o coğrafyanın iklim şartlarını, o coğrafyada, o iklim
şartlarının oluşturduğu ortamda varlığını sürdüren insan topluluklarının
etkisini, tepkisini, rengini, kokusunu, tutkusunu, nefretini, sevgisini,
algılama biçimini estetiğini.. sözün kısası bütün özelliklerini ifade eder.
Eğer bunun aksi olursa ne olur?
Yapma çiçekler gibi olur. Çok güzel bir görünümü, renkleri çok uyumlu, dikkat çekici bir albenisi olabilir ama canlı değildir, yaşamaz… O hep aynı boyuttadır. Hiç küçük olmamıştır. Hiç büyümeyecektir. Hiç değişmeyecektir. O, güzel görünür ama kokmaz, şartlardan etkilenmez, tepki göstermez; çünkü o gerçek değildir, sahtedir…
Oysa kültür canlıdır, gerçektir; doğar, büyür, gelişir.
Dokusunu, rengini, kokusunu üzerinde yaşadığı toprağın derinliklerine saldığı
köklerinden alır. Onun toprakla olan bu ilişkisi yaşamsal bir ilişkidir. Kültür canlı bir organizma olduğu içindir ki değişen
koşullara karşı olumlu ya da olumsuz tepki gösterir. Değişen koşullar kendi
varlığının özü ile uyumlu ise olumlu tepki verir. Eğer değişen şartlar özüne
aykırı ise direnir, karşı çıkar. İşte bunun için her kültür var oluş itibariyle
yereldir, ulusaldır diyoruz… Çok güzel, hoş kokulu, kırmızı bir gülü bütün insanlar
sever, hoşlanır fakat o gülü kutuplarda yetiştiremezsiniz ya da bir çöl
ikliminde…
Kültür ve sanatın evrensellik boyutu…
Bir kültürel olgu ancak estetiğiyle ve o estetiğin içinde
söyledikleriyle ya da söylemek istedikleriyle evrensel boyuta ulaşır.
W.Shakespear’in eserleri hemen hemen bütün dillere çevrilmiş, kendi alanında
evrensel bir boyuta ulaşmıştır. Fakat bu boyut onun İngiliz kültürünün bir
ürünü olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz; kaldıramaz. Dediklerini/demek
istediklerini tam bir batılı tav-rı/estetiği içinde söyler; ama bütün insanlık
için söyler… Söyledikleri/söylemek istedikleri insanlığın ortak paydalarına
aittir.
Aynı şekilde Nasreddin Hoca fıkralarına bir bakalım. Var
oluş itibariyle Türk’tür, İslâm’dır. Dili, tavrı, estetik anlayışı, özgün
diyalektiği ile… Velhasıl-ı her şeyiyle Müslüman-Türk’tür. Ama göle yoğurt
mayası çalarken aşılamaya çalıştığı umutla ne kadar evrenseldir değil mi?.. Çünkü
“hiçbir zaman umudunu yitirmemek”; yalnız Müslümanların, Türklerin değil bütün insanlığın
en vazgeçilmez ihtiyacıdır. Çünkü “umut”; insanın yaşama azminin kaynağıdır.
Umudunu yitiren insan yaşama azmini de yitirir.
Bu ve buna benzer evrensel mesajları bütün kültür
ürünlerinde gözlemlemek mümkündür. Ve her kültür kendine has bir iklim
kuşağının ürünüdür. İşte bu değişik iklim kuşaklarında oluşan kültürler
insanlık ailesinin olmazsa olmazlarıdır/vazgeçilmezidir.
Bunun içindir ki toplumlar; kendi kültürlerinin dışındaki
kültürleri gözlemler, onlarla tanışır, onların içinden beğendiklerini, kendine
uygun bulduklarını alır, -aşılama yoluyla kendinceleştirerek- kültürüne katar
ve böylece kültürünü zenginleştirir… Aynı zamanda bu yolla farklı kültür
iklimlerinin insanları tanışıp yakınlaşır, birbirleriyle kucaklaşırlar.
İşte dememiz odur ki; kültürün kendisi kaçınılmaz bir
şekilde ve inkâr edilemeyecek bir biçimde ulusal olup, onun dediğini ve demek
istediğini ortaya koyan bütün sanat dallarının ürünleri de evrenseldir ve olmak
zorundadır.
Varlığını sürdüremeyen toplumlar…
Tarihin sayfalarını çevirdiğimizde yok olan ulusların iki
nedenden dolayı yok olduklarını görürüz. Birincisi; kendi ulusal değerlerini,
kültürlerini koruyamadıkları için... İkincisi ise; kendi kültürlerinin
dışındaki kültürlere kapalı oldukları için… Diğer kültürleri yok saydıkları ya
da reddettikleri/karşı çıktıkları için. Diğer nedenler bu iki nedenin alt
başlıklardır.
Velhasıl-ı kelâm:
Bu gün, birincil hakkı olan “yaşama hakkı”nı kullanmak
isteyen insanoğlu, -egemen güçlerin yaptıkları ve yapmak istediklerinin aksine-
kucaklaşmak ve birlikte yaşamak istiyor. Kimsenin kimseye ne efendilik ne de
kölelik yapmadığı bir dünya düzeninde, aç hürler, tok esirler olmadan yaşamak…
Nazım ustanın deyişiyle; “bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi
kardeşçesine / yaşamak…”
Diğer taraftan Türkmen dervişi Yunus; “Bilelim, bilişelim /
Sevelim, sevilelim” diyor. Bunu söylerken hiçbir ayırım yapmaksızın tüm insanlığa
sesleniyor. Her rengin, her iklimin insanlarına…
Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk de; “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” derken bütün insanlığa ait olan/olması gereken bir özelliği kişiliğinde betimleyerek Türk Ulusuna bir “rol model” karakteri ortaya koyuyor. Bunun için bir tek şeyin yapılması gerektir. Yine Gazi’nin deyişiyle; “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmak…
İşte bu noktada günümüz sanatçısının/aydınının oturup kendi
kendisiyle bir muhasebe yapması gerekmektedir; “acaba ben ne kadar fikren,
ilmen ve vicdanen hürüm?” ve “acaba ben doğru bir rol model miyim?” diye… Çünkü bir Ulusun/ülkenin karanlıklardan
çıkıp aydınlığa kavuşması ancak ve ancak o ulusun/ülkenin
aydınlarının/sanatçılarının ışığıyla mümkündür…
Vesselâm…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder